YENİ DALGA ROCK YARATIMI! “KAPİTALİST GERÇEKLİK” (FISHER) ALGISINA “RİZOMATİK” ANARŞİST ÜRETİM (DELEUZE) İLE MEYDAN OKUMAK…

-İKİNCİ TARTIŞMA-

Ticari ve popüler Rock karşı kültür üretimi son 6 yılda çıkan yeni dalga Rock gruplarınca reddediliyor. İngiliz kültür teorisyeni Mark Fisher’in meşhur “kapitalist gerçekliği”nin dışında üretim sürecini işleten genç Rockerlar popüler kültürün ve sistemin dışında “Gandivari” bir zihinle, pasif “proto anarşist” bir tutumla hareket ediyorlar. Fransız filozof Gilles Deleuze’in “yersiz yurtsuzlaşma” ifadesindeki tehlikenin farkında olan genç Rock üreticileri merkezsiz (rizomatik) ve dolayısıyla sınırsız yaratıcılığın kapılarını aralıyorlar. Kapitalist “alternatifsiz sistem” algısını çatlatan bu süreç içinde yeni Rock yaratıcıları üretimlerinin gerçek değerine sahip kişiler olarak sömürülmesine ve endüstriyel ölçekte pazarlanmasına da karşı çıkıyorlar. Onlara göre popüler, küresel ve liberal müzik sahnesi değerlerinden yoksun bırakılmış, gerçekliğinin içi boşaltılmış, ticari olana dönüştürülmüş bir “meta” ve onlar “Heavy Meta” yerine gerçek bir “Heavy Metal” yapmak gayreti içindeler. Tüm bu saygı uyandıran tutum ve yaklaşım sayesinde genç kuşak “yeni tepkisel değer” yaratmak gibi olağanüstü bir karşı duruşa da imza atıyor. Şimdi bu genç ve post anarşist kuşaktan ilham alarak öfkeyi ve isyanı serbest bırakma zamanı! Başlıyoruz…

YENİ DALGA PASİF ANARŞİST TUTUM

Chicago Üniversitesi’nin yakın zamanda gerçekleştirdiği kapsamlı bir araştırmaya göre son 6 yıl içerisinde Rock müzik gruplarının şarkı sözlerinde “dünyanın yıkımı” teması giderek daha fazla işlenir hale gelmiş durumda. Dahası yeni dalga gruplar sistemin dışında kalarak muazzam bir isyana, meydan okumaya bilerek ya da bilmeyerek sanat alanında da ön ayak oluyorlar. Bu gruplar yalnızca popüler Rock için değil tüm popüler kültür üretimlerinin sistem içinde kültür hegemonyasına dönüşmesi gerçeğinin, içerik yoksunu fikir fabrikalarının ve rıza üreten tarihsel blok dinamizminin yalnızca ama yalnızca dışında kalarak beklenmedik bir “pasif-anarşist” tepkiye bürünür haldeler. Epos Yayınevi tarafından yayımlanan “Heavy Metal’in Asi Tarihi” kitabındaki vurgu ile gerçek bir akım olarak ABD, Kanada ve Kuzey Avrupa’da “The New Wave of Traditional Heavy Metal” (N.W.O.T.H.M.) (daha öncesinde İngiltere ve Almanya merkezli Punk Rock içinde DIY – Do It Yourself insiyatifi ile) kendisini gösteren “fabrikasyon sistem dışında bağımsız üretim, algı ve dağıtım” tutumu günümüzde tüm dünyada yeni kuşağın Rock üretimine damga vurur halde. Yeni kuşak Rock gruplarının ciddi bir kısmı bir tepki olarak sistem dışında var olduklarını (kendilerini yeniden var ettiklerini) açıklıyorlar ve bu tarihte ilk kez de yaşanmıyor.

Chicago Üniversitesi’nin yakın zamanda gerçekleştirdiği kapsamlı bir araştırmaya göre son 6 yıl içinde kendilerini gösteren Rock grupları “Gandivari” bir tutumla popüler Rock mecrasına karşı “sistem dışında var olma – üretme” tepkisi ortaya koyarak pasif bir direniş gösteriyorlar. Bu durum aynı zamanda anarşist bir tutumdur.

YENİ TEPKİSEL DEĞER!

Öncelikle bu durum ilk bakışta garip gelse bile anarşist bir tutumdur. Tüm paradokslarına, teorik çıkmazlarına ve karşı eleştirilerine rağmen anarşizm çatısı altında 60’ı aşkın alt fraksiyon, hareket ve farklı teorik yaklaşımlar olduğunu düşünürsek bu aslında şaşırtıcı bir durum da değil. Bizim Dr. Kahn-Harris ile birlikte “Yeni tepkisel değer” olarak adlandırdığımız bu tutum kültürün üretimine, kapital içerisinde pazarlanıp tüketilmesine dolayısıyla da tüm üretim ilişkisine pasif bir meydan okuma olduğu için kritik bir öneme sahip. Peki, Anarşizm çatısı altında bu tutum nereye oturmakta? Biz bu yeni Rock üretim türevine kültürel, teorik ve pratik çerçevede bakacağız. Tarihsel teorisi için tüm dünyanın aşina olduğu bir örnek üzerinden gidelim…

Fransız filozof Gilles Deleuze’in “Kapitalizm ve Şizofreni” kitabındaki vurgu ile arzunun baskılanması ve üretimin yersiz yurtsuzlaşması toplumlardaki anksiyete salgınlarının kökeninde yer almakta. Ürettiği değer ve anlama sıkı sıkıya tutunan genç Rockerlar ise merkezsiz (rizomatik) bir “olma halini” tercih ediyorlar.

SİSTEM DIŞINDA “GANDİVARİ” TEPKİ

1919-1922 yılları arasında Mohandas Gandi (“Mahatma” Sanskritçe’de ‘Yüce Ruhlu’ anlamına geldiğinden ve hem ilahilik hem de kişinin otoriter kült yüceltimi yaratıldığı için biz bunun yerine gerçek ismini kullanmayı tercih ediyoruz) Büyük Britanya İmparatorluğu’nun Hindistan üzerindeki sömürüsüne son vermek amacıyla kendisini ve kitleleri “sistem dışında yeniden var etme” girişimi başlattı. Anarşizmin praksisini, teori ve pratiğini bütünüyle dışarıda bırakan bu girişim somut olarak güncel Rock gruplarının zihinsel tutumlarıyla da örtüşmekte. İngiliz yazar ve gazeteci Peter Marshall’ın muazzam eseri “Anarşizmin Tarihi – İmkansızı İstemek”te “kibar proto-anarşist” olarak adlandırdığı, gençliğinde ülkesindeki anarşist akımlar içinde bizzat bulunmuş Gandi zaman içinde ulusunun damarlarına sinmiş ilahi ve dinsel doku üzerinden bağımsızlık kazanılması üzerine bir teori oluşturdu. ABD’de Henry David Thoreau ya da Rusya’da Lev Tolstoy’da görülen bu yaklaşım Anarşist tarih içinde “proto-anarşizm” olarak adlandırılır ve teorik öncüllere kadar (Kropotkin, Bakunin, Berkman, Godwin, Reclus, Malatesta, Stirner, Proudhon vb.) tüm dünyada çok büyük bir etki yaratmıştır. Dr. Prem Anand Mişra’nın ifadesiyle İnsanın değerini, kıymetini, özgürlüğü ve üretimini “Tanrısallığın kutsallığı kadar değerli” olarak algılayan bu proto yaklaşımı Gandi de hayatının sonuna kadar benimser ve İngilizlere karşı pasif-anarşist direniş sergileyerek “ahlaki ve ruhsal dinamikleri kullanır.” Sistem dışı var olmayı en çok da Gandi’nin “kötülük ile ortaklık kurmamak en az iyilik ile birlikte yol almak kadar görevimizdir” sözünde anlarız. Gandi’nin otorite ve hegemonya karşısındaki tezi “Satyagraha” (Gerçeklik üzerine ısrar olarak da çevrilebilecek ifade sistem dışında şiddetsiz, hümanist ve pasifist bir direnişi temsil eder) fikridir. Bu ideal Marshall’ın ifadesiyle “geniş kapsamlı sosyal eleştiri, tahlil, teori ve ilahilik dışı bir tez taşımadığı için” proto-anarşisttir. Ancak Gandi’nin ütopyasında devletsiz, kendi kendini yöneten köylerden vücuda gelmiş (Gandi buna “Swaraj” adını verir) bir Hindistan alt kıtası ideali de vardır ve bizzat Gandi bu yaklaşımı “insani anarşizm” ifadesiyle tanımlar. Kitlelerin somut gerçekleri ve gereksinimlerine, devrimlerin “sosyal ilişkileri ve üretim ilişkilerini yıkmadan otoritenin yıkımının anlamsız olduğu” gerçeğine sonradan mecburen ulaşan Gandi, Marksizmdeki “Proletarya Diktatörlüğü”ne benzer şekilde “Geçici Hindistan Devleti” fikrini benimsemek zorunda kalır. Ancak yine de süreci Marksizm ile anarşizmdeki nihai hedefler de olan devlet ve ulus kavramlarını ortadan kaldıracak şekilde düşünür. Gandi hayatının sonuna kadar devletsiz toplum idealinden vazgeçmez. Ne var ki ulusu 20. Yüzyılda bağımsızlığını kazanan çoğu ülke gibi çok sayıda iç ve dış düşman kurgulayıp bu düşmanlıklar karşısında kendi tepkisini yaratan aşırı ulusalcı bir kimliğe tutunur. Gandi bu dönüşümü ve ülkesinde yaşanan etnik-dini şiddeti de protesto edip ölüme yaklaştığı bir açlık grevine girer. (Anarşizmdeki “devlet her türlü şiddetin kaynağıdır” fikri…) Ülkesindeki tüm sınıf ayrımını, ekonomik eşitsizlikleri, dini-ideolojik ve etnik ayrımları ve dahi ulus-devlet fikrini kaldırmak için çırpınan Gandi devletlerin yarattığı ilk garabet olan aşırı ulusalcı bir faşist tarafından 1948 yılında vurularak öldürülür.

ÜRETİM HİYERARŞİSİNİ YOK ETMEK

Ancak yola çıkışı “gücü bir sınıf adına ele geçirmek” değil tüm güç hiyerarşisini yok etmek ve politik olmaktan ziyade sosyal devrim gerçekleştirme temelli olduğu için Gandi olgunluk döneminde bir proto-anarşisttir. Dolayısıyla politika-ekonomi temelli olmasa da yaklaşımında sosyal-kültürel ve elbette estetik – zihinsel bir devrimsellik söz konusudur. Akademik çalışmalar ile anlaşılıyor ki yeni Rock müzisyenler de bu varoluş kümesi, zihinsellik ve anlayış içinde kendi yollarını çizmekteler. Bu uzun mevzudaki vurguları bizim yazımızdaki tema ile birleştirelim. Herkes tarafından “alternatifi düşünülemez” olarak kabul edilen algılayış biçeminden sıyrılmak, sistem dışında yeni ve yaratıcı bir şekilde var olmak, yerçekimi olmayan sınırsız olanakların kapısını aralamak, pasif-anarşist bir tutumla üretimi ana mecra dışında yaratmak, sisteme karşı öfke beslemek ve tecimsel Rock mecrasından usanmak, münhasır değerden kopan sentetik bağlardan tiksinmek… Kısaca karşı çıkılan üretim sürecinin yerine sistem dışında kendi üretim becerisini yaratmak… İşte yeni kuşak Rock grupları yavaş yavaş bunu gerçekleştiriyorlar.

İngiliz kültür teorisyeni Mark Fisher’ın “Kapitalist Gerçekçilik” kavramı yalnızca Rock karşı kültürün değil tüm kültür-fikir üretimlerinin ve sosyal hareket dinamizminin nasıl popüler ve liberal bir anlam kaybına doğru bükülmeye çalışıldığını anlamada kritik bir kavram.

“RİZOMATİK” ROCK ÜRETİMİ

Yine güncel genç kuşak Rock akımlarında gözlemlenen bir durum editörlüğünü değerli meslektaşım ve dostum gazeteci Ertan Altan’ın yaptığı Fransız filozof Gilles Deleuze’in “Kapitalizm ve Şizofreni” kitabındaki önemli bir vurgu ile de paralellik sergilemekte. Kitaptaki vurgu ile başlayıp bağlamı gözler önüne serelim. Kapitalizm bir yandan arzuyu bir üretim biçimi-dinamiği olarak serbest bırakırken diğer yandan ise üretimle doğrudan bağlantılandırarak onu kontrol altında tutmaya çalışır. En nihayetinde arzunun baskılanmasına yol açan bu sentetik alan içerisinde Deleuze’in “yersiz yurtsuzlaşma” olarak adlandırdığı önemli bir zihin oyunu da oynanır. Kapitalist üretim alanı arzunun nesnesini ve üretimini her yarattığında “eski yapıların yıkıldığı” ve “yeniliğin yaratıldığı” iddiasında bulunur ancak bu süreç sonunda bireylerin köklerinden ve gerçekçi bağlardan kopmasına neden olur. (Yukarıda “münhasır değerden kopma” ile kastımız budur) Anti-küreselci ve anti – liberal-çokkültürcü akımların temelinde bu akıl oyununa karşı sert bir duruş vardır nitekim eserdeki ifade ile kapitalizm her yeni yaratımında hazır / şekillendirilmiş kimliği de beraberinde sunar. Yeni Rock grupları fabrikasyon üretimin dışında kalarak hem yapısı önceden kurgulanmış kimliklerin dışında,  yaratımı zincirli ve sınırlı “popüler Rock” üretiminin dışında konumlanırken hem de öznel ve otantik kimlik yaratma fırsatına sahip oluyorlar. Fabrikasyon üretimin dışında kalındığı için ayrıca yine Deleuze’in ifadesiyle Rizomatik varoluş” yani sabit olmayan, merkezsiz ve çok yönlü yaratımlara / üretimlere kapılar açılabiliyor.

KAPİTALİST GERÇEKLİĞİN DİŞLİLERİ

İngiliz kültür teorisyeni Mark Fisher’ın “Kapitalist Gerçekçilik” kavramı çerçevesinde yeni kuşak rockerlar da kabullenilmiş, alternatifsizlik iddiasındaki üretim biçemlerinden niteliklere, süreçlerden popüler değere kadar dolaylı olarak bir karşı duruş sergiliyorlar. Önceki yazımızda Marksist filozof Slavoj Žižek’in Rock müziği radikal modernizmin zirvesi olarak değerlendirdiğine değinmiştik. Peki günümüzde bu modernizm ne kadar radikal? Bu noktada o meşhur “Dünyanın yok oluşunu düşünmek kapitalizmin yok oluşunu düşünmekten daha kolaydır” ifadesini makalemize dahil etmeliyiz. Bu ifade yeni imkanların yaratımının “imkansız olduğu” yalanını kabul ettirmeye çalışan kapitalist algının keskin bir eleştirisi durumunda. Bu çerçevede radikal modernizm olarak Rock müziğin temsil ettiği gerçeklik bir fantazi değil (doğumunda fantastik temalara sapsa da…) bizzat nesnel ve somut olan gerçekliğin yansımasıdır. Müzik tümel algılayışımızın asli öznelerinden biridir ve gerçeği algılama biçimimizin estetiğinde büyük bir yere sahiptir. Böylece müzik “bir şeylerin altında gizli” olanı değil inanılan gerçeği doğrudan algılama biçimimiz olarak da var olur. (Bir önceki yazımızda yer alan müziğin öznelerin tümünü temsil eden ve dolayısıyla özneleri aşabilen yapısına ilişkin vurgumuz.) Söz konusu müziğin popüler sunumu olduğu zaman ise (ya da kendisini popüler alanda ikinci kez yeniden var etme süreci) bu “olma” hali Fisher’in büyük keskinlikle dile getirdiği “kapitalist gerçeklik” teşhisinin dişlileri arasında kendi kendisini büken bir başka gerçekliğe dönüşür. Biz bu gerçekliğin ne olduğunu açıklayalım.

ALTERNATİFSİZLİK ALGISI KURULURKEN

Mark Fisher, “WIND OF CIA” – CIA ROCK MÜZİĞİ NASIL KULLANDI VE GRAMSCİ’NİN “KÜLTÜR HEGEMONYASI” TEZİ KARANLIĞI NASIL AYDINLATIYOR?” yazımızda belirttiğimiz, “kültürel hegemonya” ve “tarihsel bloklar” tezleriyle tüm sanat, toplum ve kültür tarihinin yıkılıp yeniden yazılmasını sağlayan İtalyan Marksist eleştirmen ve gazeteci Antonio Gramsci’yi takip eder. Söz konusu kapitalist gerçeklik Fisher’a göre kapitalizmin en iyi ekonomik ve toplumsal sistem olduğunu ileri sürmez. Metaların üretim sistemi bunun yerine “daha iyi bir alternatif olmadığı” iddiasıyla hayal gücünün, olasılıkların, yaratıcılığın ve toplumsal tepkinin önüne geçmeye çalışır. Dolayısıyla kapitalizm yalnızca ekonomik eleştirisi yapılacak bir sistem değil başta burjuva kültürü olmak üzere yönetici sınıfların halklar için yarattığı bir düşünme biçimi, bir varoluş algısı ve daha da kötüsü bir gerçeklik normu haline gelir. Bu bakış açısı insanları alternatif kültür üretimleri ve hareketlerinden uzaklaştırır, alternatifsizlik olduğu savını ileri sürer. Kitelelerin öfkesini “umutsuzluğun değiştirilemez doğasına karşı yönelmiş isyan-protesto” olduğu çerçevesiyle liberalleştirir, uysallaştırır ve gerçek bir harekete dönüşmesine engel olur.

“Kapitalist gerçeklik” kavramı ile Fisher bizlere kültür-sanat-fikir-felsefe üretimlerinin nasıl sınırlandırıldığını da anlatır. Kitlelere “alternatif sistem ve biçem yok” algısı empoze edilerek yegane, zorba ve popüler bir gerçeğin varlığı sunulur. Bu şatafatlı sunumun arkasında ise insanın değerlerini, özgürlüğünü ve emeğini hedef alan para obur bir tiran vardır.

POPÜLER ÜRETİM VE ANKSİYETE SALGINI

Gerek Deleuze gerekse de Fisher depresyon, uysal liberteryen asilik, anksiyete ve şizofreni salgınlarının bu empoze edilmiş kapitalist gerçekliğin yan etkileri olduğu konusunda hemfikiridir. “Mutsuzluğunuzun kaynağı sizsiniz. Dönüştürmek elinizde” denilerek sınırları keskin hukuk kuralları ile çizilmiş bir “isyancılık” oyun alanında çocukları eğlendirir gibi oyalar ve asıl problemi, ekonomik sistemin kişiler üzerindeki korkunç etkilerini saklar. Kültür üretimlerinden ise maddi karşılığı olmasını bekler ve bunun karşılığında popülerlik algısı yaratarak kendi kendisini besleyen bir imaj-bireysel başarı ilişkisi yaratır. Dolayısıyla kültür-toplum bağını zayıflatarak liberal bir yalnızlık alanının zeminini inşa eder. Sanatı ve kültürü de yalnızlaştırarak eylemsel ve tepkisel ruhunu katleder. Ve en önemli vurgu olarak kültürel yenilikler ürettiğini iddia eden kapitalist gerçekçi yaklaşıma sorgulayan gözlerle bakıldığında görülen tek şey popüler-popülist-tecimsel olanın yeniden paketlenerek kitlelere sunulmasından ibaret olacaktır. Kendisi de sağlam bir Punk Rock dinleyicisi olan Fisher’ı takip ederek şimdi bu açıklamadaki tüm vurguları kitle ile iletişiminden, endüstriyel ölçekte pazarlanmasına, oluşturulan imajlardan tekrar eden üretimlere kadar popüler Rock müzik mecrasının üzerine koyalım. Bu lensin altında görülenler, mecraya ilişkin tüm “popüler” üretim biçimleri ve ilişkilerinin sınırlı, tekrar eden, gerçek ve özgünlükten yoksun, alternatifi düşünülemez, mevcut hali “en doğru olan” şeklinde algılanan, kolektif bilinç yaratamayan, arzuyu sınırlı bir asilik oyun bahçesinde baskılayan gibi çok sayıda dinamik olacaktır. Yeni nesil Rock gruplarının sistem dışında kendilerini var etmeleri bu açıdan bakıldığında bütünüyle bizim “yeni tepkisel değer” olarak adlandırdığımız kolektif bir üretim alanı olarak da düşünülebilir. Çıkılamaz denileni çatlatma alanı…

ÜRETİMİN SAHİPLİĞİ, SÖMÜRÜSÜ VE PAZARLANMASI

Kültür üretiminin tamamını kaplayan, tüm damarlarına sirayet eden kapitalist gerçeklik bir başka sistemin ve alternatifin var olmayacağı vurgusuyla kendisini sunar. Bu gerçeklik bir yandan ikna edici olmak için de mükemmel olmadığı iddiasıyla hem kapitalizmi liberal akımlarla eleştirir (liberal olduğu için de asla yıkıcı ve gerçek olamazlar) hem de insan doğasının “rekabete” ve “liberal özgür piyasa ekonomisinin kurallarına uygun” olduğu yönünde garip bir “ekonomik evrim teorisi!” ortaya koyar. Biz bu iddia karşısında anarşizmin en önemli teorisyenlerinden Peter Kropotkin’in “Rekabet orman yasasıdır. İşbirliği ve dayanışma ise medeniyetin yasası” sözünü hatırlarız. Dayatılan bu gerçeklik algısı bugüne kadar üretilmiş tüm popüler kültür değerlerinin dışındaki gerçeklik yorumlarını da yok hükmünde sayar. (Birçok Rock müzisyeninin kendisini popüler kültür sahnesine ispat etme-kabul görme yönündeki tutumu işte bu paradigmadan kaynaklanıyor) Bu tarihsel hegemonya gerçekliğine meydan okumak bir yana yalnızca eleştirildiğinde bile tüm bu kapitalist değerlerin bütünlüğü kendi kendine çözülmeye başlar. Tam bu noktada kapitalist gerçeklik can havliyle yeniden devreye girer ve çözülmesini sağlayan eleştiri tezlerini “Evet bunlar doğrudur. Bu beklenen bir şeydi ancak bu işin tarihsel gelişimi şöyle şöyle olmuştur” diyerek yine büker. Kısacası kapitalist gerçeklik üretmez! Üretileni kendine doğru büker, sahiplenir ve pazarlayıp sömürür.

2 ASIRLIK EŞİTLİK MÜCADELESİNİN İÇİNİ BOŞALTTI

Daha da anlaşılır kılmak için bir başka örnekle (bu kez toplum gerçekçi bir tema) devam edelim ve ABD’nin en ünlü feminist filozoflarından Profesör Nancy Fraser’in o meşhur Post-Marksist feminizm eleştirisine girelim. Profesör Fraser “İkinci Dalga Feminizm” hareketinin Yeni Sol içinden çıkışında sahip olduğu dinamizmini, ütopyacı ve mücadeleci, harekete geçiren ve örgütleyen kimliğini kaybetmesini keskin diliyle eleştirir. Feminizm bir dünya mücadelesi ve hatta sınıf mücadelesi olmaktan çıkarılıp (tarihinde bu amaçlardan doğmuş ve gelişmiştir) “kimlik siyaseti” ve “neoliberalizmin hizalandırdığı uysallığa” dönüştürülmüştür. Örneğin, FEMEN gibi gruplar protesto ettikleri cinsel metalaşmayı, cinsel metalaşarak protesto ederken söylemsiz, tezsiz, örgütsüz bir liberteryen asilik gelişmiştir. Fraser, söyleme ve teze olan sahip feminist isimlerin tarihte aynı zamanda saygın anarşist ve komünist düşünürler ve eylemciler olduğuna da değinir. Bu isimlerin çoğu cezaevlerine, ülkelerinden sınır dışı edilmeye, sürgünlere, idam sehpalarına meydan okumayı da göze alan isimlerdir ve yüzlercesi vardır. Büyük çoğunluğu toplumsal hareketlere ön ayak olmuştur. İkinci Dalga Feminizm hareketi ise erkek ve kadın ayrımı yapmadan savunduğu evrensel “sosyal adalet kaygısını” yitirmiş ve “gösteri” ile “karşı kimlik düşmanlığına” bürünmüştür. Sınıfsal ve toplumsal eşitlik mücadelesinin tarihinde yer alan feminizm dördüncü ve son dalgasında artık bütünüyle kimliğinden ve mücadelesinden kopmuş ve cinsel temalar üzerinden arayışlara yönelmiştir. Kısacası göğüslerini açarak protesto eden liberteryen feministler ile Lucía Sánchez Saornil, Emma Goldman, Simone de Beauvoir, Jo Freeman, Kanno Sugako gibi teori, sanat, felsefe, sosyal adalet arayışı ve hareketleri yaratan feministler arasında uçurum vardır! Peki, tahmin edin Fraser’ın bahsettiği bu garip dönüşüme yol açan nedir? Batı’nın en saygın feminist filozofu Fraser’ın kendi ifadesiyle “Kapitalist Gerçeklik kadınların toplum adalet savaşımını gösteri sanatına ve marjinal bir liberal kimlik arayışına çevirmiştir!” Düşün ve akademik dünyada onlarca farklı alan ve disiplinde örnekleri yazılmış olan bu statükocu dönüştürücü gerçeklik algısı karşısında yeni kuşak Rockerlar uyanık davranıyorlar.

Feminist filozof Profesör Nancy Fraser’in meşhur Post-Marksist eleştirisine göre feminist akımlar kapitalist gerçekçi algı içinde gerçekçi-hukuki kadın eşitliği ve tüm toplumda adalet arayışından uzaklaşmış ve marjinal-liberal bir kimlik arayışına dönüştürülmüştür. Feminizmi, felsefe, sosyal hak hareketi, teori ve devletleri titreten bir fırtına kimliğine büründüren Kanno Sugako (fotoğrafta tasviri) gibi yüzlerce isim ile göğsünü açan (cinsel metalaşma) tezsiz, programsız, liberal-asi ve toplum örgütsüz FEMEN gibi oluşumlar arasında uçurum vardır.

“HEAVY METAL” Vs. “HEAVY META”

Rock müzik tarihinin evrimindeki “daimi paradoksu” da bu lensin altına koyduğumuzda Rock müzik dalgaları ve popülerleşen üretim biçemleri sizin de aklınızda kendiliğinden hızla şekillenecek… Üçüncü ve son bölümde bizzat Mark Fisher’ın Nirvana müzik grubu üzerinden verdiği örnekleme gireceğiz. Kapitalist gerçeklik Rock müziği ve bir isyanı nasıl büküp dönüştürebildi? Grubun vokalisti Kurt Cobain nasıl doğasından koparılmaya karşı pasif agresif bir mücadeleye girişti? Cobain, Alman devrimci sosyalist filozof ve gazeteci Friedrich Engels’in “sosyal ölüm” (sozialer Mord) adını verdiği o canavarca işleyişin nasıl kurbanı oldu? Heavy Metal karşı-kültür içinde koca bir kuşağın öfkesi, zihinlere işleyen “alternatifsizlik” algısı dolayısıyla nasıl doğuşu sırasında gerçeklikten ve eleştiriden kopup kendi varlığını “fantaziler-rüyalar-hayaller” dünyasında inşa etme yoluna saptı?

Ve elbette yeni kuşak Rock müzisyenlerinin üretim süreçleri neden “Heavy Meta” değil de gerçek bir “Heavy Metal” üretimidir sorularına kısaca değineceğiz . Son bölümümüzde buluşmak ve tartışmak üzere…

Yalnızca dayatılan kültürün dahil olduğu değil hiçbir sözde “egemen” üretim ilişkisini “doğal nitelikli” ve “kendiliğinden” kabul etmeyin! Uyanık, farkında, tabusuz, ahlak normlarını yıkmış özgür bireyler ve zihinler olarak kalın!

EMRE DOĞULU

Paylaş

Önerilen Haberler

Bir yanıt yazın